Sanatçının eserinde yankılanan diaspora, bireyi ve sanatı yeniden yaratıyor
Göçün, göç etmek zorunda kalmanın sanatçı yani birey üzerindeki etkilerine bir önceki yazıda
değinmiştik. Bu terk edişin yarattığı geniş çaplı etkileri, bir de toplum ve sanat üzerinden ele
alalım.
Bir bölgedeki insanların topluca gerçekleştirdikleri göç ile beraber yalnızca coğrafya değil,
hikâyeler de şekil değiştirir. Sesler, nefesler, anılar topraklardan bir bir yitip giderler.
Yerinden edilen her can, sadece bedenlerini değil; kültürünü, dilini ve kolektif bazda
kurulmuş hayallerini de beraberinde götürür. Başka diyarlara taşınan bu unsurların her biri
aynı zamanda birer kopuş yaşar. Bu süreçte ortaya çıkan yoğun duygular, sanatı ve
toplumları yeniden şekillendiren; onları dönüştüren bir gücü beraberinde getirir.
Diasporanın kamçısı: Yeni bir ben yaratmak
Geçmişini ve geleceğe dair hedeflerini bavuluna koyup göç eden bir bireyin ardında, onu
benimseyen bir ‘ev’ kalır. Göç eden toplumlar nüfuzlarının yanında geleneklerini,
konuştukları dillerini ve hafızalarını da kaybeder. Toplum, görünmez iplerle alt tabanda
birbirine bağlı bir yapıdır. Şarkılar, masallar, efsaneler…
Her biri tarihin sayfalarına karışmaya yüz tutmuştur artık. Her şeye rağmen zaman akar,
hayat devam eder. Göçün ardından boşalan topraklar, yaşanacak yeni serüvenleri ve onların
yeni sahiplerini bekler. Herkes bir şeyi çok iyi biliyordur ki; artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktır.
Peki göç alan toplumlar, onlar neler hisseder veya yaşar? Göçmenlerin, gittikleri herhangi
yeni bir yerde değişim yaratması muhtemeldir. Göç alan toplumlar, kendi sahip oldukları
kimliklerini kaybetmekten korkabilir; ancak bu beraberlik yeniden inşa edilebilecek kültürel
köprülerin temelini oluşturur.
Sanatçı, sanatın ta kendisi!
Göçün insan bedenlerinde yaratabileceği travmanın ilaçlarından birisi de çok yoğun hislerle
mücadele eden ve adaptasyon sürecinden geçen kişilerin, kendisini sanatla ifade etmesidir.
Sanat, diasporanın açtığı yaralara hem tanıklık eder hem de merhem olur. Yerinden,
yurdundan sürgün edilmiş insan, yeniden doğurur kendini. Her kopuş, yeni bir yaratımdır.
Kimi bir türkü yakar, kimi şiir yazar. Bazıları acısını mermere işler, bazıları tuvale. İçindekileri,
dışarıya sanatıyla icra edenler; birçok kişinin tercümanı olur. Sanat, bir kez daha galibiyetin
en büyük ortağıdır. Sanat, geçmişi bugüne taşır ve yeni bir geleceği inşa eder.
Saf enerjiler, çocuklarımız ne olur göçler esnasında, ne yaşarlar, ne hissederler? Göçmen
çocukların çizdiği resimlerde, iki ev iki güneş figürüne sıkça rastlanır. Neler oluyor o anda
içlerinde, kaç dünyaları var sahi? Bu, bireysel değil kolektif bir kimlik krizinin tezahürüdür.
Bir göçmenin eliyle yazdığı ama sözleri kalbinden, midesindeki düğümlerden gelen
günlüğünün sayfaları. Halıya dokuduğu bir desen, duvara tek çiviyle asılmış tablonun içindeki
resim. Hepsi, acıyı yaşamış toplumun ortak dilidir.
Diaspora toplumları ve hibrit kültürler
Göç ile ait olduğuna inandığı yerden koparılan ruhlar, bir daha hiçbir yere tam manasıyla ait
hissedemeyebilirler. Eski ve yeni yer arasında yaşadıkları arada kalmışlık, yaratıcılıklarının
kaynağıdır. Diaspora yaşayan topluluklar, geçmiş ve şimdiyi birleştirerek hibrit bir kültür
yaratır. Karmaşık, çok katmanlı ve kopuk gibi gözüken bu yeni düzenin her bir parçası, tıpkı
bir mozaik gibidir. Tek başına anlam ifade etmeyen bu küçük parçalar, bir araya geldiği
zaman estetik bir bütünlük oluşturur.
Hibrit kültürün sanattaki etkisini dilde ve biçimde görürüz. Sanatta diasporanın işlendiği
yapıtlara örnek olarak Ganalı sanatçı El Anatsui’nin atık metal ve plastik malzemelerle
oluşturduğu devasa duvar heykellerini verebiliriz. Sanatçı, bu eserlerinde Afrika'nın sömürge
geçmişi ve diasporadaki kimlik arayışını sembolize ederek; küresel bağlar ve kopuşlar üzerine
düşündürür.
Bir diğer örnek, Büyük Göç sırasında Güney'den Kuzey Amerika'ya taşınan Afrikalı
Amerikalıların hikayesini 60 parçalık bir seriyle anlatan Jacob Lawrance’tır. Eserlerinde canlı
renkler ve keskin geometrik formlar kullanarak diaspora deneyimini güçlü bir görsellikle ifade
eder.
Göçün yarattığı yeni toplum ve yeni sanat
Göç ve diasporanın insan hayatında meydana getirdiklerini toparlayacak olursak; toplumlar,
göç karşısında kendilerini ve sanatlarını değiştirmek zorunda kalır. Bu değişim, bazen acı
verici bazen ise yenilikçi bir şekilde ortaya çıkar. Göç ve akabinde meydana gelen diaspora,
toplumları hem hayatta kalmaya hem de yaratıcı olma gücünü açığa çıkarma noktasında
yeniden şekillendirir.
Göçe mecbur bırakılmış bir insan, bir daha kendisi olabilir mi?
Commentaires